Wednesday, September 19, 2012

Hayat ustume ustume geliyor diyorsan bir bak nerde duruyorsun..
Ne karsisinda dur, 
Ne suruklen pesinde, 
Durup seyir de etme gecip gidisini,
senin yerin hayatin kalbi..
Gunay

Biz de pilavlik pirincler gibiyiz :)

Annem soylemisti yillar once pilav pisirdigi bir sira kiyidan izlerken,
"Her pirinc ayni miktar suyu tasimaz, kimi pirince bire iki oraninda su koyarsin,
kimisine bire bir bucuk. Denemeden bilemezsin, az ile dene, gozlemle, bir sonrakine
tasidigi kadar koyarsin. "

Bir de hamur yogururken aldigi kadar un meselesi var ya, aldigi kadar..:) bir alem bu eskiler.
Annem olcer bicerdi, anneannem ise goz 

karari hep bilirdi neyin ne kadar alabilecegini.yillarin gormus gecirmisligi iste..
Biz de pilavlik pirincler gibiyiz degil mi...
Bir soz ile kimimiz kaskati kalmaya devam ediyor, kimimiz civiyiveriyor, kimimiz de tane tane goz goz oluyoruz..
sonucta hepimiz pilav olacagiz.. ha ha haaa...bunu bilmek cok guzel..

Gorunen

Hicbirsey gorundugu gibi olmayabilir. Gorunen, gorenin aynasinda anlamlanir. Ayni seye bakip birbaskasi baska birsey gorebilir. Bilgimiz ve algimizin olcutleriyle anliyoruz, anlamlandiriyoruz herseyi, bilgimiz veya bakis acimiz degistiginde ayni seye bambaska bir anlam verebiliyoruz. Kesin kanilar, kati inanclar, yargilayivermeler,..butun bunlar bizim kendi limitlerimiz. Gunay
Ne guzel bir dua, ya da ogut degil mi, sevgili Ali Karakus'un yureginden akivermis:
"YAŞA SEN
http://alikarakus.blogspot.com/2012/09/yasa-sen.html



*Kendi karanlığına sırtını dönmeyerek ve hatta karanlığını da kucaklayarak, kutsayarak
*Dünyada gördüğün karanlığın aslında sadece bir ışık yakma fırsatı olduğunu bilerek
*Kendi ışığını, ateşini besleyerek; yanık tutarak; kendine hata yapma, olduğun gibi olma, keşfetme ve hatta hiçbir şey yapmama izni vererek
*Başkalarından ve adına "herkes" denilen o sürüden çok ve en önce kendi kalbinin sesini duymaya niyet ederek
*Kendi kalbinin sesini duyabildiğinde, kalbinin yolundan cesaretle yürüyerek; sınırlarını zorlayarak; değişerek, değiştirerek
*Tüm bunların içinde ve ötesinde hep sevdiğin yerde, sevdiğin insanlarla ve severek kendi biricikliğini, bambaşkalığını ifade ederek
*Sevemediğin her şeyin bu hayatta çok önemli ve anlamlı bir yeri
olduğunu bilerek ve neden sevemediğine bakıp kavrayışını derinleştirerek
*Kendini de aynen hayat gibi evirerek, devirerek, dönüştürerek ve her defasında daha büyük ve daha derin ve daha sevgiye açık bir insana bir daha doğurarak
*Sınırsız bir rahmetle, bereketle, şefkatle, bağışlayıcılıkla kuşatılmış olduğunu bilerek ve adına hayat denilen bu harikulade fırsatın her anının hakkını vererek, suyunu çıkararak, lezzetine vararak ve bu lütufkarlığa aynı lütufkarlıkla - senden taşan rahmet, bereket, şefkat, bağışlayıcılık, sevgi, güzellik ile cevap vererek YAŞA..."   Ali Karakus

Cirkin ofke

Ofke cirkinlestirir..Ofke yorar.. Ofke tuketir.. Ofke iradeni uyutur, Ozben ile bedenin arasindaki sinir aglarini gecici felc ederek istemedigin seyleri yaptirir.. Ofkenin sonundaki pismanligin da ayrica yan etkileri vardir, sucluluk ve kafa karisikligi biraktigi icin normalde yapmak istemeyecegin seyleri yapmana sebep olabilir.. Ofke etkenine karsi sakin ve dingin kalmak ise ruhunun sesini hep daha iyi duymani saglar ve iradeni elinde tutturur. Iraden sensin. Ofkeli bir insanla zilzurna sarhos bir insan arasinda hicbir fark yoktur.

BENIM TARAFIMDAKI ALICILAR

Bu sabah kulaklığımın yanımda olmadığını farkettim ve çekmecemde duran eski kulaklığa mahkum kaldım, Sağ tarafı bozulmuş zaten, sesler de cızırtılı ve derinden geliyor. Bazı enstrumanlar daha iyi iken, insan sesleri hepten berbat.. Birkac şarkı dinledim çalışırken, içimde garip bir his, bir mutsuzluk, bir boşluk, bir doyurulmamışlık.. Bir refleksle çıkarttım kulaklıkları. Detayın ve inceliğin tad
ına varınca insan, nasıl da yavan geliyor iyi işlenmemiş, kalitesi düşük şeyler, az önce kulağıma akan müzik gibi. Oysaki biliyorum ki şarkı aynı şarkı, notalar tınılar aynı, medya aynı, yayın aynı, tek farklı olan benim tarafımdaki alıcılar.. kulaklık.
BENIM TARAFIMDAKI ALICILAR..Bu söz birkac kere tekrarladi büyüdü yankılandı tekrar tekrar söyledi kendini “Sinyaller aynı! Tek fark senin algılamanda, tek mesele senin algılaman, Tıpkı kulaklıği değiştirerek müziği algılamanı değiştirebileceğin gibi, kendi alıcılarını da değiştirebilirsin..Onlar sana verildi senin kontrolünde.. alıcılarını değiştir alıcılarını değiştir ALICILARINI DEGISTIR”
Içimde ve dışımda sürekli var olan ve beni beslemek üzere devamlı sinyal ve bilgi gönderen kaynaklari düşündüm.. evrenin müziğini.. Midem guruldar, kalbim küt küt atar bazen, içim sızlar, ya da içimde bir kıpırtı bir heyecan belirir, çiçekler kokar, bir insan gülümser, gürültülü sokakta cılız bir ağaçta bir kuş cikcikler, otobüste yanımda oturan teyze bir derin nefes alır offff.. bir bulut diğerlerinden daha hızlı kayar gökyüzünde, güneş tenimi ısıtır, trafik polisi keyifle öttürür düdüğünü bu kavşakta ama öteki kavşaktaki kızgın kızgın üfler, bir adam saçlarını sıvazlar dikiz aynasında, kötü bir koku gelir havalandırma delıklerinden, bir küçük köpek bir büyük köpeğe cesurca hırlar, soluduğum hava serin ve taze ciğerlerimi doldurur.. iş arkadaşım dalgın dalgın yürür, bir dost telaşesini paylaşır mesajında heyecanla, ve böyle böyle yaşam her saniyesinde binlerce binlerce sinyal gönderir her köşeden, içten ve dıştan.. Bunları almak veya almamak, filtrelemek ve seçerek almak, ya da hepsini almak ama farkında bile olmadan düşük kaliteli bir sinyal olarak almak, bir kısmını yüksek kaliteli alırken bir kısmının tonunu düşürmek, sadece içden gelenleri almak, veyahutta içe kulak tıkayıp sadece dıştan gelenleri.. dıştan gelenlerle içte firtınalar kopartmak.. içten gelenlerle dışta poyrazlar veya lodoslar estirmek.. Işte yaşam dediğimiz bu... sinyaller alıyoruz, değişik kalitede ve dozda algılıyoruz o sinyalleri, işliyoruz ve yeni sinyaller üretip salıyoruz dünyaya..
Bilinesi tek şey var, gelen sinyaller herkese aynı şekilde gidiyor, alıcı olan bize bağlı onu nasıl algıladığımiz, Kontrol paneli bizim yonetimimizde.. Filtreler ve işlemek bizim elimizde. Ve birçok teknik var bu becerileri geliştirmek için.. Kendimize yardım edebiliriz.. Yeter ki niyetlenelim.. Daha iyi göreceğim, daha iyi duyacağım, daha iyi farkedeceğim, daha iyi hissedeceğim. Ve iyi güzel olanları alıp bana zararlıları eleyeceğim.. (beceri arttıkca kötüleri de alıp iyiye cevirmek mümkün)..
Mutsuz, gergin, öfkeli, karamsarlığa yatkın ve çokca şikayetci iseniz algılama makinanizı elden geçirme zamanı gelmiştir. Kolay ve hızlı bir şekilde farkı kendinize ispatlamak istiyorsanız bugun birşey yapın: Dik oturun, derin derin birkaç kez nefes alın, aldığınız nefesin tüm vücudunuzu temizlediği bilin ve bugün algılarımın kontrolünü elime aldım diyin. Bütün duyu organlarınızı düşünerek tekrar nefes alın.. Gözleriniz, kulaklarınız, elleriniz, diliniz, burnunuz bugun kendisine sunulanı farkedecek ve içinizdeki güzel makina iyi olanları ve iyi olmayanları tek tek size söyleyecek.. Farkedin.. Sadece farkedin.. Birgün gelecek o makina diyecek ki „Ben artık şunu bırakıyorum.“ Ya da „Ben artık bunu yapmak istiyorum“ Acele etmeyin.. şimdilik sadece farkedin ve bu alıştırmayı birsüre yapın.. Güzel günlere.. Gunay

Tuesday, July 10, 2012

Geceden gectim

Geceden dogdum,
karanliktan gectim,
kayboldugumu sandim cok kere,
dustum, kanadim.
Ama buldum her seferinde yeniden yolumu,
O'nun aydinliginin cekiciliginde adim adim yildiz yildiz ay ay gun gun ,
her adimda iliklerim isinarak bildim dogru yolda oldugumu. Gunay

Hersey ziddiyla anlam kazanir

Sabahin eni sonu gelecegi bilinciyle yasadi mi insan geceden de korkmuyor,
gecenin de farkli derinlikte karanliklari var kendi icinde inis cikislari ayrica, onu dayanilir kilmak icin..
Ve o geceler ki, varliklarina bin sukur sabahin kiymetini ogretirler..
Sanci dindigindeki huzur ne tatlidir.. Korku gectigindeki rahatlama..
Acligin pesinden yenen bir lokma..
Gurultunun ardindan gelen sessizlik..
Hersey karsiti ile birlikte daha bir anlam bulur.
Her karanligin bir aydinligi,
her cikisin bir inisi,
her dususun bir kalkisi,
her aglayisin bir gulusu vardir..

Gunay

Deve - Pire hikayesi.. Pireyi deve yapmak

Yasam inandigimizdir ve bize inandigimizi getirir.
"Pireyi deve yapmak" inancla oluyor mesela.
Bu devedir diye inaniyorsun pire deve oluveriyor..
Gercekte pire pire olarak kalsa bile senin yasaminda o bir deve artik.
Devem var diye sevinir misin, uzulur musun o da bakis acina bagli... :)
Develerimi mi sayayim pireleri mi bu gece?

 

Güzel sıfatlar

Aklımız meseleleri olduğundan daha karmaşık gösterme konusunda uzman, olanlara sebepler arayıp ya başkasını ya kendimizi suçlayiveriyoruz. Oysaki meselelerimize yakından baktığımızda sorunun kökünün, ilahi güzelliklerin eksikliği ve bu yüzden enerjinin rahatça akamaması olduğunu görebiliriz. Karanlığın bir varlığı yok, ışığın olmama durumu karanlık hissini yaratıyor, ışığa azıcık yol verdik mi ulaştığı yer aydınlık, ulaşamadığı yer karanlık. Yani tek varolan ışık, enerji.. Aynı şekilde, şükrün olmadığı yerde yokluk, nezaketin olmadığı yerde kabalık ve incitme, dürüstlüğün olmadığı yerde ikiyüzlülük, içtenliğin ve açıklığın olmadığı yerde giz ve sırlar, huzurun olmadığı yerde kavga, yardımın desteğin olmadığı yerde yalnızlık, affediciliğin olmadığı yerde kin, sevginin olmadığı yerde umursamazlık, farkındalığın olmadığı yerde körlük.. Bizi ışıktan, güzellikten ve bu sıfatlardan alı koyan tek düşman ben merkezli bakış açısımiz.. Ben’i düşünmeyi bırakınca insan aydınlığa doğru çekildiğini hissediyor..Yaratan’ın güzel sıfatları benim ilacim oldu (dibin dibindeyken buldum onları).. Bunların anlamları üzerine düşünüyorum, dua ediyorum, gün içinde hatırlıyorum. Kendimde eksik olan, ihtiyacim olduğunu düşündüğüm bazı sıfatları özellikle seçtim ve gerektiginde yardımıma çağırıyorum, onun bende de vukuu bulması için dua ediyorum, ya da muhatap olduğum kişilerde vukuu bulması için dua ediyorum. Bütün olay bunun insanı farkındalığa yöneltmesi, eksikliğin farkındalığina. Kendi hayatında eksik olanı tamamlarken, diğer insanlar için de güzeli istediğin için iki yönlü güzellesiyorsun.. Ustelik bu sihir gibi güzel işliyor, mucize gibi. Basit bir ornek, bir işi tamamlayıp patronuma teslim etmeden önce (Shakûr: The Most Grateful, The Most Appreciative) üzerine yoğunlasıyorum, gerçekten de bu anlama, bu niyete yoğunlaşıp kutsadığım işim teşekkürle karşılanıyor. Deneyin görün.
Kaynak olarak su siteyi kullaniyorum. Sevgiyle. Gunay
http://wahiduddin.net/words/99_pages/wazifa_a.htm

Saturday, June 9, 2012

Körlemesine kilitlendiğimiz hedefler..

Habeş maymunu (babun) çölde su kaynaklarını en iyi bilen ve bunu hem diğer hayvanlardan hem de insanlardan gizli tutmayı iyi beceren bir hayvan. Yerli avcılar bu su kaynaklarını bulmak istediklerinde dev bir karınca tepesi bulup, toprağa babunun elinin girebileceği büyüklükte bir delik açıyorlar, deliğin dibine de babunun ulaşabileceği biraz yiyecek bıakıyorlar. Meraklı babun uzaktan seyreidiyor olanları, avcı uzaklaştıktan sonra merakla deliğe yaklaşıp elini içeri sokuyor ve içerde bulduğu yemeği avuçlayıp elini dişari çekmeye çalışıyor. Ne mümkün, yumruğu kapalı olduğu için eli girdigi delikten dişarı çıkmıyor. Elindeki yemeği bırakıp kendini kurtarmak yerine orada avucunda yemeğini sıkı sıkı tutarak, kolu deliğin içinde panic içinde çırpınmaya başlıyor. Beyni hedefe kilitlenmiş, asla amacından vazgeçmeyi akıl edemediği için de avcıya kolayca yakalanıyor. (Sonrası varacağım sonuçla ilgili değil ama heyecanda bırakmayayım kimseyi, avcı babunu bir ağaca bağlıyor ve önüne tuzlu yiyecekler koyuyor. Tuzluyu yiyen babun iyice susuyor, ertesi sabah gelen avcı babunu serbest bırakıyor ve onun koştuğu yere koşup su kaynağının yerini buluyor. ) Babunun beyni, onun hedeflerini önceliklendirecek, onu ilk amacından vazgeçirecek evrimsel karmaşıklıktan ve özgürlükten yoksunmuş. Bizler de hedef koyuyoruz çoğumuz ama o amacımıza erişmemiz mümkün görünmediğinde kapasitemiz dahilinde olan esnekliği ve yol değiştirebilme özgürlüğümüzü kullanıyor muyuz? Yoksa babun gibi hayatla inatlaşıp bırakmam da bırakmam derken başımıza türlü çeşit işler mi açıyoruz. Insanın hedefleri olması güzeldir, hedefleri uğruna çabalaması da, ama hedefe körlemesine kilitlenmek akıp giden hayatı kaçırmak demektir.
Gunay (Anat Baniel de kitabinda bu ornegi veriyor)

http://izismile.com/2010/04/20/clever_way_to_trick_a_baboon_to_find_water.html

Gunumun hediyeleri.

Guzel insanlarla calismak ne guzel, insana bosa kurek cektirtmeyen, oyunsuz. dolambacsiz, kendinden korkmayan insanlarla ..
Sukrederek ve gulumseyerek.. icimde bir islik tutturmus eve yuruyordum. Denizin kokusu geldi once.. ahhh deniz.. ve gogun mavisi gozuktu sonra..
Hey maviii.. ve nehir nasil da hirsiz hinzir.. gokten caldigi maviyi giymis gri ceketinin ustune yarim yamalak.. icime cektim havayi.. gozumle oksadim maviyi.. bin sukur.. daha da buyudu gulumsemem.. basimi sola cevirmemle al bana bir hediye daha.. ceyrek bir gokkusagi binalarin kenarindan bana bakiyor karsidan.. durdum dinlendim orda biraz.. dunyaya bana sundugu bunca guzellik icin bin sukur daha ettim. Bitmedi gunumun armaganlari, eve geldim balkonda guller de acivermis turuncu turuncu.. ve gunes de pembe pembe bativerdi.. saksidaki cicegin kurumus yapragini temizlenmeye elimi uzattim ki kahverengi bir kelebek havalandi parmagimdan.. bugun cok guzel bir gun Allahim.. bin sukur.. Gunay.

Kedi mi ÖLDÜ?


Dün krep yapiyoruz, Cağla benim krepleri beğenmiyor kalın oluyormus, ben kendiminkini yapayım dedi. Hamur hazır, tavaya yağı da koymusum,
Seslendim, Cağla gel krepini yapabilirsin, kosarak geldi mutfağa, tavaya baktı, “BU NASIL YAĞ,KEDI MI ÖLDÜ?” dedi,
“Ne, Anlamadım o ne demek”
“KEDI MI ÖLDÜ NIYE BU KADARCIK YAĞ KOYDUN?” , “Yine anlamadım Cağlacım” , “INSANIN KEDISI ÖLÜNCE ÜZÜLÜR, CANI BIRSEY YEMEK ISTEMEZ, AZICIK YAPAR YEMEGI, YAGI DA AZICIK KOYAR YA”
“Himmmm” ve bayıldım bu ifadeye.. cocuklar ne kadar derin ve yaratıcı olabiliyorlar.
(bu arada evde kedi aski hep var ama kendisi yok, bir zamanlar bir arkadaşın kedisine gecici bakıcılıgi saymazsak)
:)

Tuesday, June 5, 2012

Her suskunluk bir iç kanamasıdır ilişkilerde

"Her suskunluk bir iç kanamasıdır ilişkilerde..." diyor Murathan Mungan bir şiirinde. Çok etkilendim. Anlamlı ve vurucu.. Paylaşayım bunu dedim, benim gibi etkilensin insanlar :P
O da ne Kadir abinin hayali (Kadir Güleç )çıktı dikildi karşıma gülümseyerek, şu güneşli Pazar gününü romantik duygu ve düşüncelerle geçirme içgüdümün önünde elindeki kırmızı DUR işaretini salladı gülümseyerek.. Bir küçük sorunu var bu cümlenin, yanlış. “Her” yerine “bazı” olmalı..

Ah bu mantık, ah bu mantık..hem kızıyorum kendisine hem de öyle minnettarım ki, bana alternatif tüm (düzeltiyorum bazı) kapıları açan sorgulamayı ve şüpheyi ögrettigi için. At gözlükleriyle yürümeye her kalktığımda şamarı yapıştırıyor gözlüğümün üstüne. Mekanik görünse de aslında çok bilge ve sevecen birşey bu mantık.

Bazı suskunluklar vardır ki ilişkilerde, insanların kendine döndüğü, kendini bulduğu anlardır onlar.. Içerde yaşanan sadece bir iç kanaması değil, tam bir operasyondur aslında, sebebin analiz edildiği, çözümün araştırıldığı, merhemin karıldığı, tedavinin yapıldığı kapalı kapılar arkasıdır suskunluklar. Suskunluğumuzda buluruz kendimizi, suskunluğumuzda kavuşuruz şifaya.. Suskunluktan çıktığımızda elimizdeki tepside kan ve diğer ruhsal atıklar bulunduğu için dışardan bakanlar “iç kanama” gibi algılar suskunluğumuzu. Sonra şiirler yazılır.. "Her suskunluk bir iç kanamasıdır ilişkilerde..." Gunay

Saturday, June 2, 2012

SEN VE BEN

Sana bakıp da gördüğüm kesinlikle benim. Ben seni göremem.
Kafamda senle ilgili bir yargı patladı, sana öfkeliyim, iste elimde büyük bir hazine, koyayim önüme ve deşeyim! içinde kendimden çok şey bulacagim.

Ben
seni göremem. Seni görebilmek için doğduğun ortamda doğup, büyüdüğün kucakta büyümem, yürüdüğün yolda yürümem, düştüğün yerde kanamam, uçtğunda kanat çırpmam, dinlediğini duymam gerek; yaralarının kabuğu, sevinçlerinin çırpınan kalbi, korkularının büyümüş gözleri, sessizliklerinin çınıltısı, gözyaşlarının mendili, kahkalarının yankısı, heveslerinn ışığı, kaygılarının gölgesi, ve tecrübelerinin şahidi olmam gerek.. Gerek ki en azından kaba taslak neye benziyorsun bir fikrim olsun. Sonra yargılayaayim seni bakalım kızabilecek miyim?

Bana bakıp da gördüğün kesinlikle sensin. Sen beni göremezsin.
Kafanda benle ilgili bir yargı patladı, bana öfkelisin, iste elinde büyük bir hazine, koy önüne ve deş! içinde kendinden çok şey bulacaksın.

Sen
beni göremezsin. Beni görebilmek için doğduğum ortamda doğup, büyüdüğüm kucakta büyümen, yürüdüğüm yolda yürümen, düştüğüm yerde kanaman, uçtğumla kanat çırpman, dinlediğimi duyman gerek; yaralarımın kabuğu, sevinçlerimin çırpınan kalbi, korkularımın büyümüş gözleri, sessizliklerimin çınıltısı, gözyaşlarımın mendili, kahkalarımın yankısı, heveslerimin ışığı, kaygılarımın gölgesi, ve tecrübelerimin şahidi olman gerek.. Gerek ki en azından kaba taslak neye benziyorum bir fikrin olsun. Sonra yargıla beni bakalım kızabilecek misin?

FARKINDALIK


Bir bayram günü arkadaşın evine ziyarete gittik. Babannesi de gelmiş memleketten, kıpkırışık yaşlı mı yaşlı bir teyze. Oturuyoruz yanyana, ben soruyorum “NASILSIN TEYZEE” teyzecik cevap veriyor “Iyiyim yavrum” , “KAC GUN DAHA BURALARDASIN?” “haftasonuna kadar”, “NE GUZEL ZAMANDA GELMISSIN” “Ne bağırıyorsun kulağıma evladım, azıcık sessiz konuşsana”. Soğuk sular başımdan aşağı, hakikaten bağırıyor muydum, evet bağırıyordum, teyze yaşlı ya, duymaz diye varsaymışım benim anneannem gibi. Ozür diliyorum, gülüyoruz varsayımıma. Evdeki herkesin normal sesle konuştuğunu ben niye farketmemişim ki. Otomatik pilotta ya da önyargi içinde yaptığımız şeyleri genelde farketmeyiz değil mi. Dönüp gündelik yaşamımıza şöyle bir baktığımızda farkında olmadan yaptığımız öyle çok şey vardır ki ama işte dedikya farkında bile değilizdir o yüzden sayıp dökemeyiz onlari, ancak ya kendimiz ya başkası tarafından uyandrıldığımızda farkederiz farketmediklerimizi
Farkındalıkla tecrübe edilen şeyler sinir sisteminin fiziksel yapısı ve işlevi üzerinde ciddi değişimler yaratıyormuş. Bir süredir bunun üzerine düşünüyordum. Tesadüfen Anat Baniel’in Kids Beyond Limits adli kitabini okurken de ayni konu çıktı karşıma. Yazar kitapda bedensel ve zihinsel gelişme bozukluğu olan çocuklar üzerinde uyguladığı çok başarılı bir tekniği ve bu tekniğin prensiplerini anlatıyor. Her prensibi anlatırken, önce ana-babaların kendilerinde bu özellikleri geliştirmelerini, uygulamalarını sonra da çocuklarının öğrenmesine destek olmalarını tavsiye ediyor. Farkındalık'da bu prensiplerden biri. Farkındalık artttığında, beynin işleme mekanizmasındakı değişiklikler ile yaşam kalitesinde sıçrama şeklinde ciddi artışlar gerçekleşebiliyormuş.
Kaldırımda yürürken çok yakın bir arkadaşınızı görürsünüz, selam verirsiniz el sallarsınız, boş gözlerle ileriye bakarak geçip gider..Farketmez. O an bedeni ordan geçtigi halde bilincinin orada olmadığı apaçık ortadadır. Otomatik pilota alınmış beden bildiği bir işi yaparken algıları dış dünyaya sık sık kapatır erişkinlerde. Oysaki bebekler büyürken etraflarındaki herşeye ilgilidirler ve ne olup ne bitiyor devamlı antenleri açıktır, bu farkındalık onların yabancı oldukları bir dünyayı hızla öğrenmelerine ve yaşamları için gereken becerileri edinmelerini sağlar. Büyüdükçe, geçmişin anıları, geleceğin hayalleri ve şu an elimizdeki işlerin sorumlulukları arttıkça yavaş yavaş bu eskiden cin gibi açık olan farkındalığımız kapanmaya ve körelmeye başlar.
Yıllar önce birgün çok tuhaf birşey öğrendim. Hergün 3. kattaki asansörsüz evimizin kapısına geldiğimde anahtarı çantamdan çıkarırken kalbim çatlayacak gibi çarpar, başım dönerdi. O güne kadar hiç farketmemiştim ne yaptığımı, benim böyle bir sorunum var işte diye düşünürdüm, merdivenleri koşarak çıktığım için oluyor sanırdım. Kalpçiye mi gitsem.. Uyanışım birisinin bana sen nefes almayı bilmiyorsun demesiyle oldu. Ertesi gun merdivenleri çıkarken ne yaptığıma dikkat ettim ve farkettim ki nefesimi tutuyorum ta ki 3. kata varana kadar. O günden sonra dikkatimi merdiven çıkarken aynı zamanda da nefes almaya verdiğimde ne kalp sorunum kaldı ne baş dönmem. Bu kadar basitmis ve ben bunu kendim farkedemiyormuşum.
O gün birşey öğrendim, farkında olmak sorunu görmekle başlıyormuş ve bize seçme hakkı verip kendi kendimize ördüğümüz sınırların hapsinden kurtarıyormuş.
Aklımız, bedenimiz ve kalbimiz (akıl yerine ego, kalp yerine de ruh yada vicdan demek istiyorum ama tam da oturmuyor, o yüzden boyle kalsınlar) bizi biz yapan üç bileşen. Akıl emreder, emrederken de kendisine öğretilenleri, tecrübelerini, bilinçaltındaki örtülü bilgileri ya da toplumun normlarını kullanarak karar verir, kalp ruhun isteklerini fısıldar, beden uygular. Sürücü, GPS ve araba üçlüsüne benzetiyorum bu durumu. Direksiyon aklın elindedir çoğu zaman, en azından dışardan öyle görünür. Beden de tekerleklerdir, verilen emir doğrultusuna götürür bizi, kalpse aslında nereye gitmemiz gerektiğini bilen bilge yanımızdır (GPS). Bir de geri bildirim (feedback) mekanizmasi var ki, eğer Akıl dediğimiz sürücü hanım/bey kalbin ve fiziksel bedenin (butunun) aleyhine bir durum yaratıyorsa o zaman kalp sızlanmaya, huzursuzlanmaya, beden kıvranmaya ve hastalanmaya başlayarak Aklın seçiminin doğru veya yanlış olduğunun işaretlerini gönderirler . Farkındalık ise bu üç bileşenimizin uyum içinde çalışmasını sağlamaktır. Farkında olduğumuzda vücudun ve kalbin geri bildirimlerini dinlemeye açarız kendimizi. Bu üçü arasındaki kanalların açıklığı ölçüsündedir farkındalığımız. O yüzden de çok önemlidir. Basit örnekler vereceğim, masamdan bir çay almak üzere kalkıyorum, ahh omuzlarım boynum kasılmış, al işte bir geri bildirim, yamuk mu oturdum, yoksa kendimi son birkaç saattir (ya da birkaç yıldır :) işe kaptırıp çok mu gerdim, bedenimin gönderdiği bu sinyali farkettiğim anda oturuşumu düzeltip, omuzlarımı bilinçle gevşetip, aklımda aklımda aklımda kendimi kasmayacağım, dediğimde ve tuttuğum nefeslerimi akışına bıraktığımda şikayetimin de azalıp geçtiğini görüyorum. Ne yaptım, aklım “bu rapor öğlene yetişecek” diye bedenimi yokuş yukarı 5. vitesde sürmeye çalışırken, bedenimden gelen bağırtıları farkettim ve daha üst bir bilinci devreye sokup önlem aldım. Motoru yakarsak hedefe hiç varamayız değil mi (araba bilgim kıttır, gülenler olabilir, içimden bir ses motor sadece stop eder yanmaz diyor). Başka bir örnek, doktoroya kabul edildim, aklım yes yes yes devam diyor, benim neyim eksik, ismimin başına ne güzel de yakışır o ünvan, annem nasıl da gurur duyar, düşmanlar nasıl da çatlar, şunun şurasında 4 yıl daha sıkacağım dişimi..Ruhumsa aslında varmak istediği hedeften uzaklaştığının farkında bir hüzün bulutu altında, ben artık ders kitaplari, araştırmalar ve teknik konular içinde zaman geçimek istemiyoruum diye ağlıyor.. O dört yılda erteleyeceklerini düşündükçe hüzünleniyor, ama daha o akşam kutlmaya gidiliyor.. Farkındalık işte o hüzünlenen sesi, tüm güzel görünen haberelere rağmen huzursuzlanan yanımızın sesini duymak. Bu tür durumlarda sessizlik içinde kendi kendimizle konuşmak, yazışmak en iyisi, gerçekte istediğim ne, ben mi istiyorum bunu, neden istiyorum,.. bnlari sorup kalple aklı dertleştirmek, konuşturmak ortak bir karara başbaşa varmalarını sağlamak.. Farkındalık yoksa maalesef kalp sesinin üstüne basıp geçiyoruz, çünkü aklın sesi öyle gürültücü ki. Yıllar sonra dank ediyor kafamız. Midemde yumruk bir kasıntı, içimde bir daralma hissi varsa anlıyorum ki kalbimin isteğine uymayan bir karar verdim. Yol yakınken kararı değiştirdiğimde kuş gibi bir hafiflik, huzurlu bir uyku geliyor.
Farkındalık seçme hakkımızı kullanma sansımızdır. Küçüklü büyüklü milyonlarca seçimle hayatimızın her anıda sonrakileri belirleriz (farketmeden). Farkındalıkla yaptığımız seçimler ise yarınımızın kalitesini artırır. ..Simdi bir bardak suyu mu kolayı mı içeyim; kolaya kaçarak TV mi seyredeyim yoksa bu yazıyı mı yazayım; yürüyüşe mi çıkayım, facebook’da mı gezeyim; dudağına benim rujumu sürmüş illa da öpeceğim diyen Cağla’ya kızayım mı yanağımdakı dudak izinin fotoğrafını mı çekeyim; o bağırdı diye ben de mi bağırayım, sakinleşmesini mi bekleyeyim; yüksek topuklu ayakkabılarımla uzun ve acılı mı olayım, huzurlu ve kısa mı. Neyin bedelini ödemeye ne kadar hazırım. Her tercihin bir bedeli illaki var.
Simdi de en hoşuma giden bölüm, güzel sıfatlardan hangisi buna uyuyormuş diye bakıp bulmak. Ben de bilmiyordum şimdi öğrendim. “Khabir” (Türkçe Habir diye okunuyormuş). Herşeyin farkında, içşel anlamını bilen ve anlayan, her tür durumun altında yatan sebebi farkedip bilen demekmiş. Merak edenler için aşağıdaki link’de güzel sıfatların kelime kökleri, anlamları detaylarıyla anlatılıyor. Sevgiyle..Gunay
http://wahiduddin.net/words/99_pages/wazifa_a.htm

Friday, May 25, 2012

HATASIZ KUL OLMAZ


Hatasız kul olmaz demiş Orhan baba, yetinmemiş ardında da hatamla sev beni deyivermiş Hay Allah! Bu konuyu masaya yatırıp biraz sosyolojik acıdan otopsi yapmak istedi canım.
Birinci kısım gayet anlaşılır, doğru mudur, doğrudur. hangimiz hatasızım diyebilir ki, gerçi bazılarımız der ama kendileri bile bu yalana inanmadıkları için onların da iclerinden hatalıyım dediklerini varsaymak durumundayız. Iddia kabul edildi. Otopsiye devam. Ikinci kısıma gelince, iste isin bu yönü biraz derin. Geniş cerceveden bakinca herkesin “hatasına ragmen birini sevme” deneyimi az da olsa olmuştur. Anne babalar cocuklarını öyle sever, aşıklar da sevgililerini öyle sever. Peki ya normal ilişkilerde, hani arkadaşlar, patronlar, elemanlar, komşular, apartmanin altındaki bakkal, tinerci cocuklar, fenerbahceliler mesela, kolay mıdır hatasıyla sevmek birini. Simdi diyeceksiniz ki Orhan baba bu şarkıyı sevdiğine soyledi.. Olsun, biz Orhan babamıyız. Surda otopsi yapıyoruz degil mi. Soruyorum size, niye herkes herkesi hatasıyla sevmez? Bu yüzden insanlık hakkında suc duyurusunda bulunacagım, AYRIMCILIK yapıyorlar, yargılansınlar.. Canlarının istediğini herseyiyle seviyorlar da istemediğini yerden yere vuruyorlar. Sorarım niye? Çünkü hatalı kisi zararlıdır. Kahrolsun zararlılar. Oldu mu? Hatalıları bıraktık kendi koşelerinde, dışladık, tiksintiyle baktık yüzlerine, aşağıladık, alay ettik, yetinmedik dedikodularını ceplerimizde taşıdık her gittigimiz yere serptik biraz, yeşerip çiçeklensin, çiçekler dikenli olsun biraz da onlar yırtsın diye, yetmedi şikayet ettik, yetmedi yüzlerine vurduk, beter olsun hatalılar, Oldular mı? Oooo…duralım bir dakika. Hani hatasız kul olmaz dı. Ucu bize de dokundu..Hepimiz beter olalım o zaman. Dağıttık kadavrayı, nasıl toparlayacağız şimdi..
Simdi suraya kocaman bir şey çiziyorum      O       gördün mü. Ne bu? Cember? Ne çemberi? Toparlıyoruz işte. O çember, sen ve ben ve biz ve onlar ve ötekiler. Hepimiz o çemberin üzerindeki noktacıklarız.. Ayrı ayrı gibi görünen noktacıklarız.. Dışardan bakana çember icerdekine nokta, dısı seni içi beni yakar diyeceğim ne alaka... Simdi çemberdeki noktalardan birini “beter edelim” çıkaralım çemberden. kahrolasıcayı. Ne oldu? Delindi ayol damlatıyor çabuk bir kova yetistirin. S oldu çember.. Ay şimdi de I oldu.. nerde kaldı su kova artık getirmeseniz de olur çember yerlerde sürünüyor _____ oldu.. Biraz mübalağalı oldu biliyorum ama olsun, hatasız kul olmaz.
Simdi yine basa döneceğim, hatayı gören ana-baba yavrusuna ne yapar onu düsünelim. Bırakırlar mı hatayı öyle ozgürce büyüsun diye. Hatanın türüne göre çocuklarını dizlerinin dibine oturtup konuşup, sevgiyle ögut vereni de vardır, hatasını tekrarlamaması icin cocugun kaldırabıleceği bir ceza vereni de. Amma velakin illaki sevgi de vardır beraberinde. Duzeltme arzusu vardir. Bilir cocuk sevildigini, sevildigini bildiği icin de yavas yavas hatasını köreltir. Burda ana babanın kullandığı yöntem terbiyeden öte Sevgi’dir. Oysaki sevgisiz bir terbiye hatayı körükleyip inatla büyümesine sebep olur. Bu çekirdek ailedeki modeli genele yaymak ne kadar zor? Senin benim gayretim kadar kolay aslinda. Aynı çemberdeyiz sonuçta, ben anlayısla ve sevgiyle senin kusurunu farkedip, onu düzeltmeni sağlarsam, sen de yanındakinin ve benim, bu kadar basit aslında..
Gaffar kusurları bagışlayan, suçluluk ve utanç duygusu taşıyanı temizleyen, kusuru düzeltici dönüşümlerin degişimlerin olmasını, kötülüklerin iyilige dönüşmesini saglayan ve huzura erdiren demek. Içimizdeki Gaffar’i uyandıralım.. Hepimiz icin..
Gelelim benim hikayeme, benim derdim en çok kendimleydi bir zamanlar (çok eski degil o bir zamanlar), kendi kusurlarımı çok abartıyor ve eziyet ediyordum kendime fazlasıyla, niye öyle dedim, niye böyle yaptım, onu mu incittim, bunu mu beklettim, benim yüzümden dünyaların battıgını sanar pireyi deve yapardım, Başkası size eziyet etse ceker gidersiniz kolayca ama insanın kendine ettigi eziyetten kacısı da oyle kolay degil, hele de yanınızda yakınınızda bunu körükleyen "Senin Yüzünden"ciler varsa ve de "mükemmelliyetci" bir annenin elinde büyümüşseniz. Zamanla kemikleşiyor "Benim yüzümden" diye düşünmek.. Neyse, gün geldi ne oldu bilmiyorum kendimle hesaplaşmalarımı yazmaya basladım.. Ben bana karşı kıran kırana kanlı mücadelede.. O savaşma sırasında Gaffar dostum "yargılayan bana" bir gözlük verdi, çok güclü bir gözlük, taktımmı beni, "yargilanan ben"den uzaklastirdigi gibi ustelik bir de onu cocuk kılıgında gösteriyordu. Gözlügü takar takmaz artık yargılayamaz oldugumu farkettim, çünkü hatayı yapan cocuga kızamıyordum, ona sevgiyle bakıyordum, onu herseyiyle seviyordum, büyüttügüm cocugum gibi. Tıpkı Caglama nasıl anlayıs gosteriyorsam cocuk ben'e de oyle anlayıs ve sevgi gösterebiliyordum. O günlerde ciddi dönüşümler oldu. Gaffar hep yanımdaydı ve hemen gözlügü uzatıveriyordu artık bana. Kendimle savaşım bitti çok şükür. Icim huzurlu. Bu hayata düşe kalka, hatalar yaparak dogruları ogrenmeye geldigimi biliyorum ve kendimi seviyorum. Herşey daha kolay akıyor artık.... Hepinize Gaffar gözlüklerı yagsın diliyorum, hem kendimize hem de herkese sevgi ve anlayışla bakıp yapıcı dönüşümlere vesile olalım dilegiyle ..
Sevgiyle
Gunay




 

Istemek ve Vermek

Inayat Han'dan ozetleyerek Turkce'ye cevirdigim bir parca:

"O kim ki birsey ister, istedigi seyden daha kucuk hale gelir.
O kim ki birsey verir, verdigi seyden daha buyuk hale gelir.
Her vazgecis kisiyi mukemmeliyete tasiyan bir adimdir.
Vazgecis, dinin, kanunun, gelenegin yada kurallarin zoruyla birakmak degildir. Vazgecmenin ozu, istemekte yatar. Ruh biraktigi seylerin degerinden daha degerli oldugunda gerceklesir gonullu vazgecis. Sahip olunanlarin - zenginlik,guc, konum, malmulk- degeri de kisinin ruhunun gelismislik duzeyine gore degisir. Oyle donemler vardir ki oyuncaklar hazinesidir insanin, ama gun olur hepsini bir kenara koyar. Oyle gunler vardir ki bakir paralar herseyidir, gun olur altinlarini dagitir. Kulubesi cok degerliyken bir zamanlar, an gelir sarayindan vazgecer.
Ilerlemeye, yukselmeye giden her adim vazgectigimiz adimlardir.
Cok zengin oldugu halde yoksulluktan sarsilir kimileri, ve bazilari vardir ki beskurussuzdur ama dunyanin en zengini odur.
Anlamadigimiz seyler, ihtiyac duydugumuz seyler onemli gorunurler, oysaki anlamamiza engel olan perde kalktigi anda onlarin bir HIC olduklarini anlariz."

Hayir da Ser de bir nimet

Bazen hersey tikirindadir, sagligimiz yerinde, sansimiz acik, hava gunesli, isimiz guvende, sevdiklerimiz yanimizda.. gunler birbirini kovalar gider.. Bazen de hic yoktan! bir ruzgar eser, savurup devirmek istercesine bizi.. Gider elimizdekiler.. bozulur duzen.. afallar kaliriz.. Hemen isyanlara yonelir kimisi, niye ben, niye simdi, neden neden, panik icinde cirpinmaya, kendine acimaya, etrafi suclamaya baslayanlar vardir..

Oysaki orada bizim kolayca anlayip kavrayamadigimiz mukemmel bir zeka, bilgelik ve bilgi kaynagi var. O, guzelligin yaraticisi, maddi manevi bollugun sunucusu oldugu gibi, guzele giden yolu acmak icin zorluk ve sikintilarin da yaraticisi.. Guzele, iyiye , hayirlisina erismek icin neye ihtiyacimiz varsa bize onu veren. Onun bilgeligi kusuru duzeltmek ve dogru yolu gostermek icin gun olur disardan zarar verici gibi gorunen etkiler olarak dusebilir uzerimize.. “Demek ki buna ihtiyacimiz varmis” diyebilmek.. ne zordur, ne buyuk bilgelik, ne cok yasanmislik ister bunu diyebilmek.. Birgun bunu farkederiz ama, olaylarin uzerinden zaman gecer ve uzaktan tum olanlar silsilesini gozlemledigimizde, vay be, benim icin o an korkunc bir bela gibi gorunen sey, meger benim sunlari bunlari anlayip ogrenmem icinmis deriz.. O gunler olmasaydi bugune varamayacagimizi goruruz.
Bir arkadasim ust uste aksiliklerle calistigi sirketlerde isten cikarildi bir donem, bu durum onda ciddi bir korku ve guvensizlik yaratti. Kendini guvende hissedebilmek icin bazi sertifikalari cebe atayim bari diye biraz emek harcadi ve eskiden cok gozunde buyuttugu konulari calisti, ogrendi, sinavlari gecti ve sertifikalari aldi. Bu surec onun kendini yeniledigi, hayattan ne istedigini ortaya koydugu, ozguvenini tazeledigi ve kendini donusturdugu bir donemdi. O bunlari yaptiginda cark terse donmeye basladi, artik secilmeme korkusuyla yasayan degil secen kisi olmustu. Ve simdi hayata bakisi bambaska. Diyecegim o ki, ters giden seyler olunca sarsilmak dogal ama devrilmemek esas, dusunup “neyi degistirmem gerek” diyebilmek, bir bilene sorabilmek, hedefler koyabilmek, isyani ve karanligi birakip aydinliga yurumek.. Bunlari yapmadikca ve kuru sikayetle yetindikce, yani ogrenmemeye inat ettikce, yeniden yeniden firtinadan kasirgaya dusmek isten bile degil.. Nafi, apacik mutluluk, bolluk ve guzelik bagislayan demek. Darr ise disardan kotu gozuken ama hedefinde bizi huzur, bolluk ve guzellige yoneltmek olan, bize ogreten, anlamamizi saglamak icin basiniza gelenleri gonderen demek. Bu bilinci sindirdigimizde daha kolay olacak "Bu iste de vardir bir hayir.."demek.. Ve o hayrin ne oldugunu kavrayacak kadar "ben" duygusundan uzaklasmak.. Sevgiyle.

 Gunay

BASIT


Bugun East river boyunca yuruyuse ciktim. Omrumun 33 yilini denizsiz nehirsiz dagsiz bir sehirde gecirmis birisi olarak en buyuk zevkim bu simdi, her gun olmasa da havanin guzel oldugu zamanlarda ya da icimde bir sikinti bir huzun bir ofke oldugunda yagmur camur demeden atiyorum kendimi nehir kiyisina.. Daha kopruye varmadan bir de bakiyorum ki ne uzuntu kalmis ne ofke icimde, gevsek bir gulumseme yuzumde..Taze cimen kokusu, deniz kokusu, vanilya kokusu, ve isimlendiremedigim degisik kokular beynimde nasil bir kimyasal degisimi tetikliyor bilmiyorum ama bir anda etrafimdaki tum detaylari gorme ye tum detaylarin icinde erime arzusu hissediyorum.. Kusun sesini, dalganin sikirtisini, otoyolun ugultusunu, o ugultuda akip giden insanlarin turlu cesit varligini, bulutlarin hizli yada yavas kayisini ve gokyuzunun degisen manzarasini, nefesimi, ayagimin yere degdikce cikarttiigi sesi, kokulari, yuruyen, kosan insanlari, insanlarin gozlerini, bedenlerinin hareket edisindeki detaylari, yanindan gectigim agacin yapraklarinin seklini ve rengini, hepsini hepsini birden ayni anda farketmeye calisyorum, Bu muthis bir alistirma.. Denemediyseniz bilemezsiniz. Birkac dakika (belki de saniyelerdir bilemiyorum) bunu yapabilmek bile insanin odagini fazlaca buyuttugu kendinden uzaklastirip baska seyleri gormeye cagiriyor.. Gerisi sihir gibi birsey zaten. Gereksiz yere neleri ciddiye alip da kendimi hirpaladigimin ayirdina vardi mi ruhum, oracikta koyup gidiveriyor yuklerini.. Kendi halime guluyorum.. verdigim tepkiler, dusundugum seyler, aman Allahim..
Basit’in ayirdina varis bu benim icin.. Ya Basit.. bakisimi, gorusumu, algilayisimi genisletiyorum, etrafimdaki cesitlilik ve guzellikleri ve sonsuz degisimin buyuklugunu, yasayan donusen her an degisen evren karsisinda takildigim sorunlarin kucuklugunu gosterdigin icin tesekkur ederim.
Sevgiyle

Gunay

CAMI


Benim bir oyunum var kendi kendime oynadigim. cok sikici buldugum ortamlari daha katlanilir kilmak icin icat ettigim bir kendimi eglendirme yontemiydi onceleri. Ilkokul ogretmenimle basladim bu oyuna, o masasinda oturup konusurken, onu konusan kocaman bir bukalemun olarak hayal ederdim. Her tenefus kosarak sinafa gelen kizi Banu’yu da tombul ve sevimli bir guvercin. Sonradan aliskanlik yapti ve hep bana eslik eder oldu insanlara baska bir karakter yakistirma oyunu. Simdilerde toplantilarda cokca siginirim arkasina, ve anlamaz insanlar neden ara sira sirittigimi, kimisi de siritarak karsilik verir, onlarin da kendi oyunlarini oynadigini dusunurum. Gecenlerde okudugum bir yazi bu oyun zannettigim seyin aslinda gercekten var olan bazi ozellikleri hissetmek oldugunu anlatiyordu. Himm… olay teoriklesiyor. O gunden beri uzerinde dusunmeye basladim ve bazi arkadaslarimin, tanidigim bazi insanlarin isimlerini listeledim. Ozellikle de bir karakter yapistirdiklarimin. Onlar hakkinda ne dusunuyorum, neden boyle dusunuyorum.. Bilseler ne derler :) Kendileri farkindalar mi? Ilkel ve bilge kabileler her hayvanin, her bitkinin, her varligin bir anlami ve beraberinde getirdigi bir ruhu olduguna inanirmis. Aslan gibi adam, yilan gibi tehlikeli, ayran gonullu,…:) deriz ya hani.
Cok sevdigim bir arkadasim, Lutfiye, muhtemelen okur bu yaziyi. Kendisini gumusi beyaz bir varliga benzetirim, varlik diyorum cunku isim bulamiyorum. Gorunmez bircok kolu var, bu kollardan herbiri on yuz bin yana yine gorunmez ipek salgilar yayiyor, sans eseri bile olsa eger onun alanina girmisseniz bu gorunmez iplerle hem ona hem de onun daha once kendisine bagladigi diger insanlara da baglaniveriyorsunuz. Bu baglar hem gorunmez hem gevsek, ozgurce hareket etmenize hicbir engel yaratmiyor ve aglarin merkezi diye de birsey yok, kim merkez olmak isterse bir cagri yapti mi, aglara dolasmis olan herkes bir anda o merkezin etrafinda harekete basliyor.. Bir tur beyaz tutkallik yani, toparlama, biraraya getirme, kaynastirma, hic on plana cikmadan.. Beyazligi da icindeki sevgiden.. O buluta giren hafifleyip yukzeliyor.. Jâmi (Cami) anlamina en cok onu yakistiyorum, birlestiren, kavusturan, butunlestiren, biraraya getirip kaynastiran demek Jâmi.. Ayrica Jâmi sozcugunde birtur sihir de var gibi geliyor bana, ne zaman kafam darmadaginik olsa, dusuncelerimi toparlayamasam, ne zaman yapacaklarimi planlayamaz durumda olsam, Jâmi’mi cagiririm. yetis yardimima dedim mi sasialcak bir sekilde dusuncelerim berraklasir, ucusan daginikligim derlenir toparlanir ve somutlasip cikar ortaya yapmak istediklerim. Notalarin bir araya gelip kulaga hos gelen bir muzige donusmesinde de Jami’nin eli vardir zannimca.. Sozcuklerin bir araya gelip bir roman olusturmasinda da oyle.. Icimizde jâmi, cagirdik mi yetisiveriyor..
Sevgiyle

GORMEK ve SEZMEK


“Basiretim baglandi yahu. “ dediniz mi hic? Usta satis tekniklerini bilenler bu basiret baglama isini en iyi yapanlardir heralde.. Gozleriniz acik oldugu halde uykudan uyanmis gibi olursunuz olanlari anladiginizda.. Nasil yaptim bunu ben der insan sonradan.. Nasil boyle bir karar verdim?
Onsezilerimizin, ileri goruslulugumuzun ve tecrubeleirmizin devre disi kaldigi andir o basiretin baglandigi an, gercegi goremeyip, olanlari kavrayamaz duruma dustugumuz, onlem almamiz gerektigini farketmedigimiz, kaynagimizdan koptugumuz andir o an. Bunu bir kere yasamak bile dusunen insanin uc bagimsiz seyin ayirdina varmasini saglar. Bir ucta icimizdeki bilgi kaynagi, oteki ucta davranislarimiz ve kararlarimiz. Ucuncusu de bu iki adayi birbirine baglayan kanal, yani irademiz ve farkindaligimiz. Irade ve farkindaligimiza sahip cikmadigimizda yaptiklarimiz bildigimizden, yuregimizin istediginden farkli olur, tecrubelerimizden ve icgudulerimizden uzak birbaska birisiymis gibi davraniriz. Esasinda dogrudur birisi cikip piyasaya bizim sahip cikamadigimiz kanali kendi irade ve cikarlarina gore kullanivermistir. Basiretim baglandi yahu.. deriz sonra.. Ha bir de sarhosken olabilir boyle seyler..
Sezgilerimizdir aslinda basiretimiz, gonulden bildiklerimiz. Ayrica yillardir ogrendiklerimiz, bilincaltimiz, tecrubelerimiz ve mantigimizla bildiklerimiz.Fiziksel gozlerimize ihtiyac duymadan da goruruz bu yuzden bazi seylerin icini disini, tum detayiyla biliriz, farkindayizdir olup biten pekcok seyin. Bana yutturamazsin bu numaralari deriz mesela :) Bilmektir basir olmak. Bazen de sebepsiz biliriz, ilk goruste biliriz. Tanrisal yuce bir ozelliktir Basir olmamiz. Basir herseyin otesini goren ve her detayi anlayan, icimizdeki ve disimizdaki acik ve gizli olan herseyi bilen demektir.
Eger basiniza gelen bazi seylerin nedenini anlamakta zorlaniyorsaniz ve neden neden neden hep boyle oluyor, niye bu tur durumlar hep beni buluyor diye dusunuyorsaniz ve cevaba birturlu ulasamiyorsaniz, ya soruyu baskalarina soruyorsunuz ya da derinden bilen o gonul gozunuzun soyledigini duyacak gorecek huzurda degilsiniz demektir..yani basiretinizin devamli bagli kaldigi, kanali kullanmadiginiz bir hal icindesinizdir.. Bazilari yillarca, kimisi bir omur oyle kalabilir eger uyanmayi tercih etmezse.. Once kafanizdaki gurultuleri susturun ve biraz yalniz kalin, sonra da soyle dua edin "Ya Basir, olanlari anlamak ve sebebini bulmak istiyorum, bana isik tut, beni anlayan goren ve bilen eyle, Butun bu olanlarin, bu duygularimin su an goremedigim sebeplerini bilmek ve neyi degistirmem gerektigini kavramak istiyorum" Bu niyeti aklinizda tutup derin nefesler alip gun icinde ara ara hatirladiginizda (bir kagida yazip cepte tasimak ve arada bakivermek mesela) ve kendi iradenizin tek sahibi siz oldugununuzu kendinize sikca hatirlattiginizda algilarinizin acildigini, hayatinizda olanlarin sebep ve sonuclarini eskisine gore daha iyi kavradiginizi ve ne yapmaniz gerektigini bildiginizi hissedeceksiniz. Zaten sizde olana ulastiginizi goreceksiniz. Yani farkindaliginizi artiracak iradenizi baskalarinin ellerinden kurtaracaksiniz.
Sevgiyle..Gunay

Yaratmak ve sevmek


Ne zaman ozgun birsey yapsam cok mutlu oluyorum, ve onu gostermek, paylasmak, bunu ben yaptim ben yaptim demek hosuma gidiyor. Kizim da oyle, New York’da bir kek piser, kokusu Ankara’ya duser. Ysa kek binlerce benzer kekten biri gibi gorunur ama degildir, o ozeldir, ozgundur, guzeldir, benim kizimin kekidir. Kucuk prensin gulu gibi. Icine bir tutam sevgi, bir kasik merak, uc bardak emek ve alabildigince heves katilmistir..

Her projemi bitirdigimde icime bir huzur, bir keyif, inanilmaz bir tatmin duygusu dolar. doner doner bakarim yaptigima, Birsey yazmissam doner doner okurum.. Severim kendi capimda yarattiklarimi, yaratmak can verir bana. Her yeni is heyecandir o yuzden, kendime yeni alanlar bulurum deneyimleyecek.. hevesim, enerjim, cabam artiverir her yenilikle..Bu hep boyle gitmez ama, gun olur yaptigim islere alisirim, ustasi olurum, simdiki bir oncekinin biraz degistirilmisi olmaya basladi mi beni de bir huzursuzluk almaya baslar.. Yerimde oturamaz olurum o zaman, Birseyler olmali birseyler degismeli. yaratacak birseyler.. Yaratmadan yasanan bir hayat curutur insani yavas yavas,, Teyzem turlu cesit yelekler, kazaklar, atkilar orer, her seferinde yeni bir tasarim.. Kizima her gece bir masal uydurdugum geceleri hatirliyorum.. Hikmet Cetinkaya her seferinde farkli bir gelincik kompozosyonu boyar.. Kimisi pisirirken yaratir, kimisi yazarak yaratir, kimisi agac budarken, cicek ekerken, sac keserken, pasta suslerken, ev temizlerken, ogretirken, oynarken, dogururken, buyuturken yaratir. Sevgiyle yapilan her is yaratimdir bir bakima.. farklidir.. sizindir.. Ve seversiniz yarattiklarinizi.. bu dogaldir..

“Bari” yaratan demek. Yoktan var eden, esi benzeri olmayani ortaya cikaran, fiziksel ve manevi/ruhsal olarak var olani degistirip donusturup yeniden yaratan, yeni sekillerle ortaya cikaran ve bunu kusursuz, ahenk ve uyum icinde yapan demektir.. Ve Bari yarattiklarini sever, onlar icin en iyiyi ister.

Hadi hep birlikte yaratalim bari..

Ve surekli yeniden yaratildigimizin da farkinda olarak. 

Sevgiyle 
Gunay

HALIM


"Halim" :

Her tur durumda sefkatli, sevecen, merhametli, huzurlu ve sakin olabilen. Isyankar ve zalime karsi bile olculu, telassiz, dusunceli ve nazik kalan..Ve bizim de sefkatli, sevecen ve merhametli olmayi ogrenmemiz icin sartlar yaratip ogrenme olanaklari sunan...

Insanin bu sifata uygun bir anasi, babasi olmasi ya da bir arkadasi, bir dostu, esi, ogretmeni, patronu ya da evladi olmasi ne guzel birsey olur degil mi, insan nasil da olgunlasip gelisir etrafinda boyle kisislerle.. Hadi kendimizden baslayalim o zaman, once kendimizi Halim eyleyelim..

Sevgiyle.
Gunay