Saturday, June 9, 2012

Körlemesine kilitlendiğimiz hedefler..

Habeş maymunu (babun) çölde su kaynaklarını en iyi bilen ve bunu hem diğer hayvanlardan hem de insanlardan gizli tutmayı iyi beceren bir hayvan. Yerli avcılar bu su kaynaklarını bulmak istediklerinde dev bir karınca tepesi bulup, toprağa babunun elinin girebileceği büyüklükte bir delik açıyorlar, deliğin dibine de babunun ulaşabileceği biraz yiyecek bıakıyorlar. Meraklı babun uzaktan seyreidiyor olanları, avcı uzaklaştıktan sonra merakla deliğe yaklaşıp elini içeri sokuyor ve içerde bulduğu yemeği avuçlayıp elini dişari çekmeye çalışıyor. Ne mümkün, yumruğu kapalı olduğu için eli girdigi delikten dişarı çıkmıyor. Elindeki yemeği bırakıp kendini kurtarmak yerine orada avucunda yemeğini sıkı sıkı tutarak, kolu deliğin içinde panic içinde çırpınmaya başlıyor. Beyni hedefe kilitlenmiş, asla amacından vazgeçmeyi akıl edemediği için de avcıya kolayca yakalanıyor. (Sonrası varacağım sonuçla ilgili değil ama heyecanda bırakmayayım kimseyi, avcı babunu bir ağaca bağlıyor ve önüne tuzlu yiyecekler koyuyor. Tuzluyu yiyen babun iyice susuyor, ertesi sabah gelen avcı babunu serbest bırakıyor ve onun koştuğu yere koşup su kaynağının yerini buluyor. ) Babunun beyni, onun hedeflerini önceliklendirecek, onu ilk amacından vazgeçirecek evrimsel karmaşıklıktan ve özgürlükten yoksunmuş. Bizler de hedef koyuyoruz çoğumuz ama o amacımıza erişmemiz mümkün görünmediğinde kapasitemiz dahilinde olan esnekliği ve yol değiştirebilme özgürlüğümüzü kullanıyor muyuz? Yoksa babun gibi hayatla inatlaşıp bırakmam da bırakmam derken başımıza türlü çeşit işler mi açıyoruz. Insanın hedefleri olması güzeldir, hedefleri uğruna çabalaması da, ama hedefe körlemesine kilitlenmek akıp giden hayatı kaçırmak demektir.
Gunay (Anat Baniel de kitabinda bu ornegi veriyor)

http://izismile.com/2010/04/20/clever_way_to_trick_a_baboon_to_find_water.html

Gunumun hediyeleri.

Guzel insanlarla calismak ne guzel, insana bosa kurek cektirtmeyen, oyunsuz. dolambacsiz, kendinden korkmayan insanlarla ..
Sukrederek ve gulumseyerek.. icimde bir islik tutturmus eve yuruyordum. Denizin kokusu geldi once.. ahhh deniz.. ve gogun mavisi gozuktu sonra..
Hey maviii.. ve nehir nasil da hirsiz hinzir.. gokten caldigi maviyi giymis gri ceketinin ustune yarim yamalak.. icime cektim havayi.. gozumle oksadim maviyi.. bin sukur.. daha da buyudu gulumsemem.. basimi sola cevirmemle al bana bir hediye daha.. ceyrek bir gokkusagi binalarin kenarindan bana bakiyor karsidan.. durdum dinlendim orda biraz.. dunyaya bana sundugu bunca guzellik icin bin sukur daha ettim. Bitmedi gunumun armaganlari, eve geldim balkonda guller de acivermis turuncu turuncu.. ve gunes de pembe pembe bativerdi.. saksidaki cicegin kurumus yapragini temizlenmeye elimi uzattim ki kahverengi bir kelebek havalandi parmagimdan.. bugun cok guzel bir gun Allahim.. bin sukur.. Gunay.

Kedi mi ÖLDÜ?


Dün krep yapiyoruz, Cağla benim krepleri beğenmiyor kalın oluyormus, ben kendiminkini yapayım dedi. Hamur hazır, tavaya yağı da koymusum,
Seslendim, Cağla gel krepini yapabilirsin, kosarak geldi mutfağa, tavaya baktı, “BU NASIL YAĞ,KEDI MI ÖLDÜ?” dedi,
“Ne, Anlamadım o ne demek”
“KEDI MI ÖLDÜ NIYE BU KADARCIK YAĞ KOYDUN?” , “Yine anlamadım Cağlacım” , “INSANIN KEDISI ÖLÜNCE ÜZÜLÜR, CANI BIRSEY YEMEK ISTEMEZ, AZICIK YAPAR YEMEGI, YAGI DA AZICIK KOYAR YA”
“Himmmm” ve bayıldım bu ifadeye.. cocuklar ne kadar derin ve yaratıcı olabiliyorlar.
(bu arada evde kedi aski hep var ama kendisi yok, bir zamanlar bir arkadaşın kedisine gecici bakıcılıgi saymazsak)
:)

Tuesday, June 5, 2012

Her suskunluk bir iç kanamasıdır ilişkilerde

"Her suskunluk bir iç kanamasıdır ilişkilerde..." diyor Murathan Mungan bir şiirinde. Çok etkilendim. Anlamlı ve vurucu.. Paylaşayım bunu dedim, benim gibi etkilensin insanlar :P
O da ne Kadir abinin hayali (Kadir Güleç )çıktı dikildi karşıma gülümseyerek, şu güneşli Pazar gününü romantik duygu ve düşüncelerle geçirme içgüdümün önünde elindeki kırmızı DUR işaretini salladı gülümseyerek.. Bir küçük sorunu var bu cümlenin, yanlış. “Her” yerine “bazı” olmalı..

Ah bu mantık, ah bu mantık..hem kızıyorum kendisine hem de öyle minnettarım ki, bana alternatif tüm (düzeltiyorum bazı) kapıları açan sorgulamayı ve şüpheyi ögrettigi için. At gözlükleriyle yürümeye her kalktığımda şamarı yapıştırıyor gözlüğümün üstüne. Mekanik görünse de aslında çok bilge ve sevecen birşey bu mantık.

Bazı suskunluklar vardır ki ilişkilerde, insanların kendine döndüğü, kendini bulduğu anlardır onlar.. Içerde yaşanan sadece bir iç kanaması değil, tam bir operasyondur aslında, sebebin analiz edildiği, çözümün araştırıldığı, merhemin karıldığı, tedavinin yapıldığı kapalı kapılar arkasıdır suskunluklar. Suskunluğumuzda buluruz kendimizi, suskunluğumuzda kavuşuruz şifaya.. Suskunluktan çıktığımızda elimizdeki tepside kan ve diğer ruhsal atıklar bulunduğu için dışardan bakanlar “iç kanama” gibi algılar suskunluğumuzu. Sonra şiirler yazılır.. "Her suskunluk bir iç kanamasıdır ilişkilerde..." Gunay

Saturday, June 2, 2012

SEN VE BEN

Sana bakıp da gördüğüm kesinlikle benim. Ben seni göremem.
Kafamda senle ilgili bir yargı patladı, sana öfkeliyim, iste elimde büyük bir hazine, koyayim önüme ve deşeyim! içinde kendimden çok şey bulacagim.

Ben
seni göremem. Seni görebilmek için doğduğun ortamda doğup, büyüdüğün kucakta büyümem, yürüdüğün yolda yürümem, düştüğün yerde kanamam, uçtğunda kanat çırpmam, dinlediğini duymam gerek; yaralarının kabuğu, sevinçlerinin çırpınan kalbi, korkularının büyümüş gözleri, sessizliklerinin çınıltısı, gözyaşlarının mendili, kahkalarının yankısı, heveslerinn ışığı, kaygılarının gölgesi, ve tecrübelerinin şahidi olmam gerek.. Gerek ki en azından kaba taslak neye benziyorsun bir fikrim olsun. Sonra yargılayaayim seni bakalım kızabilecek miyim?

Bana bakıp da gördüğün kesinlikle sensin. Sen beni göremezsin.
Kafanda benle ilgili bir yargı patladı, bana öfkelisin, iste elinde büyük bir hazine, koy önüne ve deş! içinde kendinden çok şey bulacaksın.

Sen
beni göremezsin. Beni görebilmek için doğduğum ortamda doğup, büyüdüğüm kucakta büyümen, yürüdüğüm yolda yürümen, düştüğüm yerde kanaman, uçtğumla kanat çırpman, dinlediğimi duyman gerek; yaralarımın kabuğu, sevinçlerimin çırpınan kalbi, korkularımın büyümüş gözleri, sessizliklerimin çınıltısı, gözyaşlarımın mendili, kahkalarımın yankısı, heveslerimin ışığı, kaygılarımın gölgesi, ve tecrübelerimin şahidi olman gerek.. Gerek ki en azından kaba taslak neye benziyorum bir fikrin olsun. Sonra yargıla beni bakalım kızabilecek misin?

FARKINDALIK


Bir bayram günü arkadaşın evine ziyarete gittik. Babannesi de gelmiş memleketten, kıpkırışık yaşlı mı yaşlı bir teyze. Oturuyoruz yanyana, ben soruyorum “NASILSIN TEYZEE” teyzecik cevap veriyor “Iyiyim yavrum” , “KAC GUN DAHA BURALARDASIN?” “haftasonuna kadar”, “NE GUZEL ZAMANDA GELMISSIN” “Ne bağırıyorsun kulağıma evladım, azıcık sessiz konuşsana”. Soğuk sular başımdan aşağı, hakikaten bağırıyor muydum, evet bağırıyordum, teyze yaşlı ya, duymaz diye varsaymışım benim anneannem gibi. Ozür diliyorum, gülüyoruz varsayımıma. Evdeki herkesin normal sesle konuştuğunu ben niye farketmemişim ki. Otomatik pilotta ya da önyargi içinde yaptığımız şeyleri genelde farketmeyiz değil mi. Dönüp gündelik yaşamımıza şöyle bir baktığımızda farkında olmadan yaptığımız öyle çok şey vardır ki ama işte dedikya farkında bile değilizdir o yüzden sayıp dökemeyiz onlari, ancak ya kendimiz ya başkası tarafından uyandrıldığımızda farkederiz farketmediklerimizi
Farkındalıkla tecrübe edilen şeyler sinir sisteminin fiziksel yapısı ve işlevi üzerinde ciddi değişimler yaratıyormuş. Bir süredir bunun üzerine düşünüyordum. Tesadüfen Anat Baniel’in Kids Beyond Limits adli kitabini okurken de ayni konu çıktı karşıma. Yazar kitapda bedensel ve zihinsel gelişme bozukluğu olan çocuklar üzerinde uyguladığı çok başarılı bir tekniği ve bu tekniğin prensiplerini anlatıyor. Her prensibi anlatırken, önce ana-babaların kendilerinde bu özellikleri geliştirmelerini, uygulamalarını sonra da çocuklarının öğrenmesine destek olmalarını tavsiye ediyor. Farkındalık'da bu prensiplerden biri. Farkındalık artttığında, beynin işleme mekanizmasındakı değişiklikler ile yaşam kalitesinde sıçrama şeklinde ciddi artışlar gerçekleşebiliyormuş.
Kaldırımda yürürken çok yakın bir arkadaşınızı görürsünüz, selam verirsiniz el sallarsınız, boş gözlerle ileriye bakarak geçip gider..Farketmez. O an bedeni ordan geçtigi halde bilincinin orada olmadığı apaçık ortadadır. Otomatik pilota alınmış beden bildiği bir işi yaparken algıları dış dünyaya sık sık kapatır erişkinlerde. Oysaki bebekler büyürken etraflarındaki herşeye ilgilidirler ve ne olup ne bitiyor devamlı antenleri açıktır, bu farkındalık onların yabancı oldukları bir dünyayı hızla öğrenmelerine ve yaşamları için gereken becerileri edinmelerini sağlar. Büyüdükçe, geçmişin anıları, geleceğin hayalleri ve şu an elimizdeki işlerin sorumlulukları arttıkça yavaş yavaş bu eskiden cin gibi açık olan farkındalığımız kapanmaya ve körelmeye başlar.
Yıllar önce birgün çok tuhaf birşey öğrendim. Hergün 3. kattaki asansörsüz evimizin kapısına geldiğimde anahtarı çantamdan çıkarırken kalbim çatlayacak gibi çarpar, başım dönerdi. O güne kadar hiç farketmemiştim ne yaptığımı, benim böyle bir sorunum var işte diye düşünürdüm, merdivenleri koşarak çıktığım için oluyor sanırdım. Kalpçiye mi gitsem.. Uyanışım birisinin bana sen nefes almayı bilmiyorsun demesiyle oldu. Ertesi gun merdivenleri çıkarken ne yaptığıma dikkat ettim ve farkettim ki nefesimi tutuyorum ta ki 3. kata varana kadar. O günden sonra dikkatimi merdiven çıkarken aynı zamanda da nefes almaya verdiğimde ne kalp sorunum kaldı ne baş dönmem. Bu kadar basitmis ve ben bunu kendim farkedemiyormuşum.
O gün birşey öğrendim, farkında olmak sorunu görmekle başlıyormuş ve bize seçme hakkı verip kendi kendimize ördüğümüz sınırların hapsinden kurtarıyormuş.
Aklımız, bedenimiz ve kalbimiz (akıl yerine ego, kalp yerine de ruh yada vicdan demek istiyorum ama tam da oturmuyor, o yüzden boyle kalsınlar) bizi biz yapan üç bileşen. Akıl emreder, emrederken de kendisine öğretilenleri, tecrübelerini, bilinçaltındaki örtülü bilgileri ya da toplumun normlarını kullanarak karar verir, kalp ruhun isteklerini fısıldar, beden uygular. Sürücü, GPS ve araba üçlüsüne benzetiyorum bu durumu. Direksiyon aklın elindedir çoğu zaman, en azından dışardan öyle görünür. Beden de tekerleklerdir, verilen emir doğrultusuna götürür bizi, kalpse aslında nereye gitmemiz gerektiğini bilen bilge yanımızdır (GPS). Bir de geri bildirim (feedback) mekanizmasi var ki, eğer Akıl dediğimiz sürücü hanım/bey kalbin ve fiziksel bedenin (butunun) aleyhine bir durum yaratıyorsa o zaman kalp sızlanmaya, huzursuzlanmaya, beden kıvranmaya ve hastalanmaya başlayarak Aklın seçiminin doğru veya yanlış olduğunun işaretlerini gönderirler . Farkındalık ise bu üç bileşenimizin uyum içinde çalışmasını sağlamaktır. Farkında olduğumuzda vücudun ve kalbin geri bildirimlerini dinlemeye açarız kendimizi. Bu üçü arasındaki kanalların açıklığı ölçüsündedir farkındalığımız. O yüzden de çok önemlidir. Basit örnekler vereceğim, masamdan bir çay almak üzere kalkıyorum, ahh omuzlarım boynum kasılmış, al işte bir geri bildirim, yamuk mu oturdum, yoksa kendimi son birkaç saattir (ya da birkaç yıldır :) işe kaptırıp çok mu gerdim, bedenimin gönderdiği bu sinyali farkettiğim anda oturuşumu düzeltip, omuzlarımı bilinçle gevşetip, aklımda aklımda aklımda kendimi kasmayacağım, dediğimde ve tuttuğum nefeslerimi akışına bıraktığımda şikayetimin de azalıp geçtiğini görüyorum. Ne yaptım, aklım “bu rapor öğlene yetişecek” diye bedenimi yokuş yukarı 5. vitesde sürmeye çalışırken, bedenimden gelen bağırtıları farkettim ve daha üst bir bilinci devreye sokup önlem aldım. Motoru yakarsak hedefe hiç varamayız değil mi (araba bilgim kıttır, gülenler olabilir, içimden bir ses motor sadece stop eder yanmaz diyor). Başka bir örnek, doktoroya kabul edildim, aklım yes yes yes devam diyor, benim neyim eksik, ismimin başına ne güzel de yakışır o ünvan, annem nasıl da gurur duyar, düşmanlar nasıl da çatlar, şunun şurasında 4 yıl daha sıkacağım dişimi..Ruhumsa aslında varmak istediği hedeften uzaklaştığının farkında bir hüzün bulutu altında, ben artık ders kitaplari, araştırmalar ve teknik konular içinde zaman geçimek istemiyoruum diye ağlıyor.. O dört yılda erteleyeceklerini düşündükçe hüzünleniyor, ama daha o akşam kutlmaya gidiliyor.. Farkındalık işte o hüzünlenen sesi, tüm güzel görünen haberelere rağmen huzursuzlanan yanımızın sesini duymak. Bu tür durumlarda sessizlik içinde kendi kendimizle konuşmak, yazışmak en iyisi, gerçekte istediğim ne, ben mi istiyorum bunu, neden istiyorum,.. bnlari sorup kalple aklı dertleştirmek, konuşturmak ortak bir karara başbaşa varmalarını sağlamak.. Farkındalık yoksa maalesef kalp sesinin üstüne basıp geçiyoruz, çünkü aklın sesi öyle gürültücü ki. Yıllar sonra dank ediyor kafamız. Midemde yumruk bir kasıntı, içimde bir daralma hissi varsa anlıyorum ki kalbimin isteğine uymayan bir karar verdim. Yol yakınken kararı değiştirdiğimde kuş gibi bir hafiflik, huzurlu bir uyku geliyor.
Farkındalık seçme hakkımızı kullanma sansımızdır. Küçüklü büyüklü milyonlarca seçimle hayatimızın her anıda sonrakileri belirleriz (farketmeden). Farkındalıkla yaptığımız seçimler ise yarınımızın kalitesini artırır. ..Simdi bir bardak suyu mu kolayı mı içeyim; kolaya kaçarak TV mi seyredeyim yoksa bu yazıyı mı yazayım; yürüyüşe mi çıkayım, facebook’da mı gezeyim; dudağına benim rujumu sürmüş illa da öpeceğim diyen Cağla’ya kızayım mı yanağımdakı dudak izinin fotoğrafını mı çekeyim; o bağırdı diye ben de mi bağırayım, sakinleşmesini mi bekleyeyim; yüksek topuklu ayakkabılarımla uzun ve acılı mı olayım, huzurlu ve kısa mı. Neyin bedelini ödemeye ne kadar hazırım. Her tercihin bir bedeli illaki var.
Simdi de en hoşuma giden bölüm, güzel sıfatlardan hangisi buna uyuyormuş diye bakıp bulmak. Ben de bilmiyordum şimdi öğrendim. “Khabir” (Türkçe Habir diye okunuyormuş). Herşeyin farkında, içşel anlamını bilen ve anlayan, her tür durumun altında yatan sebebi farkedip bilen demekmiş. Merak edenler için aşağıdaki link’de güzel sıfatların kelime kökleri, anlamları detaylarıyla anlatılıyor. Sevgiyle..Gunay
http://wahiduddin.net/words/99_pages/wazifa_a.htm